Bugün bir basın bülteni geldi. Uber’in 1,1 milyar dolara Drizly’yi satın almak için görüşmelere başladığını bildiren. Drizly ülkemizde yok, Uber de bir geldi, bir gitti, yine geldi, belki yine gider… Konunun bizi ilgilendiren bir yanı yok gibi görünse de, var. Lafı biraz dolandırarak açıklayayım.
Bizim de bir Drizly’miz olabilirdi
Ülkemizde 2000’li yılların sonlarında onlinemahzen.com adında bir girişim kuruldu. İnternetten şarap ve diğer alkollü içkiler satın alabiliyordunuz. O dönemde sadece alkollü içkiler değil, tüm e-ticaret sitelerinin temel sorunu internet üzerinde kredi kartı kullanma çekimserliği, güvenlik sorunları, kargo gibi şeylerdi. Online Mahzen bol çeşit, uygun fiyat ile köşedeki markette bulamayacağınız şeyi satın almanızı sağlıyordu. Tabii kredi kartı bilgilerinizi internette paylaşmaya razı olursanız. Online Mahzen bu şartlar altında ne kadar büyünebiliyorsa, o kadar büyüdü. Kendi çapında başarılı oldu.
Sonra bir gün, bundan tam 10 yıl önce (7 Ocak 2011) yayınlanan Tütün Mamulleri ve Alkollü İçkilerin Satışına ve Sunumuna İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelik ile alkollü içeceklerin internetten satışı yasaklandı. Sanki ülkede sular seller gibi alkol tüketiliyor ve her köşeden bir alkollü içki sitesi türeyerek alkol tüketimini körüklüyormuş (?!) gibi, yönetmelik çeşitli yasaklamalarla doluydu. Bundan en çok Online Mahzen, bir miktar da süpermarketler ve online satış yapmaya çalışan bazı küçük satıcılar etkilendi. Toplum ve sektör pek fazla tepki vermedi. Neticede içki satmak yasaklanmamıştı, sadece internetten satmak yasaklanmıştı.
O dönemde ben de Gurme Ajanda’yı yeni kurmuştum. Bazı arkadaşlarla yasanın amacı gençleri kötü alışkanlıklardan korumaksa, teslimat sırasında kimlik kontrolü veya alışveriş sırasında yaş/kimlik beyanı vs. pek çok yöntem bulunabileceğini konuşmuştuk. Kargo şirketlerine kimlik kontrolü yükümlülüğü verilemez demişlerdi. “Bunun için özel dağıtım sistemi kurulabilir” demiştim. İş fikri olsun diye değil, çözüm olsun diye.
Aklın yolu
Aklın yolu bir. Drizly, Amerika’da tam da bu işi yapıyor. Gerçi günümüz koşullarında “delivery service” (adrese teslim hizmeti) sadece satın aldığınız şeyi kapınıza getirmekten ibaret değil. Drizly pazar yeri gibi de çalışıyor. Online satışın yasak olduğu bazı eyaletler dışında, ABD ve Kanada’daki 1.400 şehirde, girdiğiniz adrese en yakın yerel içki dükkanlarından eve sipariş vermenizi sağlıyor. İş modelinin bir ayağında tüketici, bir ayağında yerel işletmeler bir ayağında online satış yapan üreticiler var. Ve 2012’de kurulan şirket kısa zamanda milyon dolar seviyesinde yatırım alır hale geldi, şu anda Uber Drizly’yi 1,1 milyar dolara satın almak için görüşmeler yapıyor.
Benzeri bir iş modelinin bizim ülkemizde kurulmaması, başarılı olmaması için hiçbir neden yoktu. 2011’den bu güne Türkiye’de e-ticaret büyüdü, teslimat servisleri aldı başını gidiyor, kredi kartı güvenliği sağlandı, çeşit çeşit ödeme yöntemi var ve üstelik kargo firmaları da artık vatandaşlık numaralarımızı ve diğer her türlü kimlik bilgimizi biliyor. Böyle bir iş modeli Türkiye’de büyüyemezdi savını öne sürebilecek birinin tek makul dayanağı, Türkiye’de kişi başına düşen içki tüketiminin diğer ülkelerden düşük olması olabilir. Onun dışında Türkiye, e-ticaret ve delivery service işi için adeta bir cennet. Buradan Drizly ölçeğinde bir girişim çıkaramamak, tersine önünü kesmek, 21. yüzyıla ne kadar uygun, oturup düşünmemiz gerekiyor.
Tek problem online satıştan mahrum olmak değil
2013’te yürürlüğe giren ve kamuoyunda yeni alkol yasası olarak bilinen yasa sayesinde alkollü içkilerin pazarlaması üzerinde de çok büyük kısıtlamalar var. Detaylarını linklerden okuyabilirsiniz, tek problemimiz online satış yapamamak değil. Günümüzde içki fiyatlarının ve sektörün geldiği nokta, belki de bu yasa ve yönetmeliklerin yeniden gözden geçirilmesini, çağın gereklerine uygun hale getirilmesini gerektiriyor. ÖTV, KDV ve ithalattaki yüksek vergiler nedeniyle yurt içinde her türlü alkollü içeceğin fiyatı iyice yükseldi, bazı içkiler erişilebilir seviyeleri aştı. Öyle ki Türkiye’nin neredeyse alameti farikası olan rakı firması kalktı, Almanya’da bilboard kiralayarak, “ah İstanbul’da rakı içmenin güzelliği” falan diye ağlayarak yurt dışı satışlarını arttırmaya çalışıyor . Üretim maliyeti ucuz olan içkilerde ise mağduriyet edebiyatının arkasına gizlenen bir fırsatçılık -hadi kötü düşünmeyelim de pazar koşullarındaki dengesizliğin yol açtığı yanlış (?!) fiyat politikaları diyelim- var, ayrı bir yazının konusu.
Oysa 2020 yılı Türk mutfağı ve gastronomi yılı ilan edilmişti. Türk mutfağını dünyaya tanıtacaktık, gastronomi turizmi ile ekonomimizi canlandıracaktık. Biraz dünyaya, biraz kendimize bakıp, Amerika’da canımız rakı istediğinde Drizly’den eve rakı getirtebileceğimizi ama köşedeki tekel bayiinden getirtemediğimizi hatırlayıp, Almanya’ya rakı ve rakı kültürü ihraç etmeye çalışmanın ne kadar “parlak” bir fikir olduğunu değerlendirmeliyiz. Bütün dünya içkiyi yemek kültürünün ve gastronominin bir parçası kabul ederken, içkiyi dışlayan bir yaklaşımın nelere mal olduğunu; turizm, restoran/ağırlama ve içki sektörlerimizi ne hale getirdiğini görmeliyiz. Amerika’da şarap tutkunu bir girişimci 9 yılda işini 1.1 milyar dolar değere ulaştırabilirken, bizim aynı parayı kazanmak için yıllarca Rusya’ya domates satmamız, kotalar artsın diye yalvarmamız gerektiğini unutmamalıyız. Başta söylediğim gibi, lafı biraz dolatırdım ama özetle üzüm yemek, para kazanmak ve ekonomiyi büyütmek varken, bağcıyı dövmekle uğraşmamamız gerekiyor.
Nahide Mutlu
(*) Bu başlık benzer konuda yazılmış bir makalede kullanılmış olabilir, kopya değil, klişenin gücü olarak algılanmalıdır.